18 Ocak 2019 Cuma

Fazıl Say Truva (Troya) Ankara Prömiyeri

     Bu satırları çalışma masamda arkadan Fazıl Say-Serenad Bağcan imzalı İlk Şarkılar albümünü dinleyerek yazıyorum. Uzun zamandır istediğim bir şeyi daha gerçekleştirmenin mutluluğu var üzerimde: Fazıl Say'ı canlı dinlemek. Defalarca söyledim yine söyleyeceğim, canlı müzik yapmak çok başka bir şey ve bunu başarabilen çok az insan var. Bugün konserde de gördüğüm üzere Fazıl Say da canlı performansı ile insanı büyüleyen 'sanatçılardan'. Hele ki Yekta Kopan'ın, ablam okutmuştu ilk Yekta Ağabeyi bana çok da severim kendisinin kalemini, anlatımı ile birleşince bu canlı performans tadından yenmedi desem yeridir. Bu dönemin ortalarına doğru oda arkadaşım Şeyma ile Horacio Lavandera adlı genç bir piyanisti dinlemiştik mesela, tamam güzeldi ancak Fazıl Ağabeyin etkisini bırakmadı.
     Peki nedir bu kadar özel kılan bu adamı? Söyleyeyim, piyano onun için bir oyuncak olmuş adeta. Piyanodan saz sesi çıkarılır mı? Bu adam çıkartıyor. Elini hiç çekinmeden içine atıveriyor piyanonun. Yaptığı besteler hele ki Truva Sonatı adeta bir film. Gözlerinizi kapattığınızda sırasıyla Helen'in kaçırılması, savaşın başlaması, Truva atının gönderilmesi ve son söz! Üstelik konserde Yekta Ağabey ile yaptığı ufak söyleşilerde uzun uzun açıklıyor bunları. Mesela 4 nota çalıyor, ne zaman bu sesleri duysanız bu "Kader ağlarını örüyor, yapacak hiçbir şey yok!" demek diyor. Sonra yine Truva Sonatı'nın bölümlerinden birisi olan Helen'i nasıl bestelediğinden bahsetmesi! Helen, bir taraftan dünyanın en güzel kadını olarak adlandırmasının getirdiği incelik öteki tarafta kocasını terk edip gitmenin verdiği hüzün. Bunu belki gözünüzde canlandırabilirsiniz ancak bunu duymak? Nasıl mümkün olur inanın bilmiyorum ama Fazıl Ağabeyin parmakları onu da mümkün kılıyor. Güzelliği görmüyor, duyuyorsunuz. Yalnız bu Shakespeare'in bahsettiği "Cahillerin gözleri kulaklarından daha iyi duyar." gibi bir şey değil. Duyarak görüyorsunuz...
     Fazıl Ağabey anlatılacak gibi değil, yaşamak, duymak gerekiyor. Hareketlerini izlemek... Agamemnon'dan bahsederken mishal kendisi ki Yunan ordularının komutanı, karanlık bir şeyler çalıyor. Karanlığı hissediyorsunuz kulaklarınızla. Öyle tanımlıyor Fazıl Ağabey Agamemnon'u çünkü. İleri dikiyor gözlerini, bazen bir elini ve diğeri ile karanlık notalara basıyor. Ancak en ilginci bana sorarsanız Aşil! Yekta Kopan'ın tanımı ile çevik, ölümcül ve biraz da zalim. Çevik olduğu için hızlı bir parça; ölümcül olduğu için sert! Fazıl Ağabey tüm bunları göz önünde bulundurarak besteliyor ve siz anlıyorsunuz ki hızlı, sert notalar geldiğinde Truva Sonatı'na Aşil de geldi.
     Aşil (Achilles) kimdir diye soracak olursanız ben de oda arkadaşımın ve Yekta Kopan'ın anlattığı kadarını biliyorum. Aşil bir Yunan Kahramanı ancak Tanrı değil dolayısıyla ölümsüz de değil. Aşil'in ölümsüz olmasının yolu Hades'in yönetiminde olan ve yer altında bulunan Styx (Nefret) Nehri'nde yıkanmak. Bu nehire de ancak ölünce gidebiliyorsunuz ya da kayıkçı Charon'a haraç vermeniz gerekiyor. İşte Aşil annesi tarafından ayak bileğinden tutularak bu nehirde yıkanıyor. Böylece ayak bileği Aşil'in zayıf noktası oluyor ve Truva Savaşı sırasında ayağına bir ok yiyerek ölüyor. Yani kendisi Truva'nın kahramanlarından birisi.
     İşte Fazıl Say öyle bir çalıyor ki siz tüm bunları yaşıyorsunuz sanki! Of of of, çok iyi çalıyor...
     Sonra İzmir Süit'i... O da Truva Sonat'ı tadında size yaşatıyor bazı anları ancak 3 bölümü var ki insanı heyecanlandıran 2,4 ve 6. bölümler.

2. Brahms İzmir'de

4. Chopin İzmir'de
6. Rachmaninov İzmir'de

     Bu kısımlar aslında birer hayal ürünü. İzmir Süit'ine atılmış ufak hayaller... Fazıl Ağabey kendi kendine acaba bu 3 adam besteleseydi 'İzmir Marşı'nı ya da 'İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar Türküsü'nü nasıl bestelerlerdi diye soruyor. Bunun sonucunda 3 farklı ve 3'ü de birbirinden güzel dahası 3 farklı piyanistin tarzını anlatan İzmir Marşı çıkıyor ortaya. Bir insan bunu nasıl düşünür, hani düşündü nasıl bu kadar kusursuz yapabilir inanın ben de bilmiyorum, şaşkınım.

    Ha bu arada muhakkak söylemem gerek tüm bunların hepsi Fazıl Say'ın önünde tek bir parça kağıt, nota olmadan yaşanıyor. Çoğu yerde gözleri kapalı Fazıl Ağabey'in, müzikle beraber adeta dans ediyor, yaptığı işten memnun! Girişte Black Earth (Kara Toprak) ve bitirişte kızı için yazdığı Kumru'yu da çalıyor bizlere.
     Son olarak bahsetmem gereken şey de Cumhurbaşkanı'nın da konsere katılmış olması sanırım. Kendisi konser bitiminde arkadaşlarının hediyesi olan bir Aşık Veysel plağını Fazıl Say'a armağan ettiği gibi bir de istekte bulundu; İstanbul ve Ankara için de besteler istedi Fazıl Say'dan. Üstelik Ankara için yapılacak bestenin prömiyerinin külliyenin opera salonunda olmasını istediğini de belirtti.
    Benim için çok güzel bir gündü. Biletler biraz tuzlu ancak kesinlikle değiyor. Aynı anda hem müzikal, hem bir oyun hem bir film izliyor hem de kitap okuyorsunuz Fazıl Say'ın sihirli elleri sayesinde. Eğer şansınız olursa bu muhteşem adamı mutlaka dinleyin. Sadece kulağı ile müzik yapan insanlar, size hayran kalmamak mümkün mü? Ah kalbim... :)